top of page
Ara
  • Yazarın fotoğrafıNarınç Ataman

Tanrım beni baştan yarat!

Şu bildik şarkısının sözleri sizce ne kadar doğruluk payı taşıyor? Tanrı yakarışınızı

duyup, çok isterseniz, sizi baştan yaratabilir mi? Kaç yaşında olursak olalım değişmek,

gelişmek, öğrenmek mümkün mü? Çözüm odaklı profesyonel gelişim koçu şapkasının

altında bu konu çok dikkatimi çekiyor. Birlikte düşünelim.


Hepimiz sürekli değişim yaşıyoruz. Çözümsüz vakalara bulduğu çözümlerle tanınan

Dr. Milton Erickson adını yaşatan, Kanada’da kurulmuş olan Erickson Koçluk

Okulu’nun beş temel ilkesinden birinde yer aldığı gibi “değişim yalnızca mümkün

değil, aynı zamanda kaçınılmaz.” Tarzımızı, giysilerimizi, saç biçimimizi,

yenileyebildiğimiz daha birçok şeyi, eğer istersek sürekli değiştirebiliyor, kendimizi

daha iyi hissettiğimiz bir forma doğru gelişebiliyoruz. Değişebilenler yalnızca dışsal

unsurlar değil. Positivity kitabının yazarı akademisyen Barbara Fredrickson’a göre

kendimize ait içsel değişiklikler de sürüp gidiyor biz fark etmesek de.


Şu anda bedeninizde nelerin değiştiğini, muhteşem bir düzenek içinde nelerin

farklılaştığını birlikte düşünelim mi? Bedenimizde birlikte yaşayan, işlev gören ve

uyum içinde çalışan trilyonlarca hücre var ve bunlar durmaksızın değişiyor. Bu

hücrelerin bir kısmı aslında bir kaç haftada ya da ayda bir değişmekte. Bir kısım

hücreler yok olurken yerine yenileri oluşuyor. Bedenimizde muhteşem bir yenilenme

mekanizması işliyor. Bilimsel adıyla “apoptosis” yani “programlanmış hücre ölümü”

marifetiyle tazeleniyoruz. Yaşadığımız sürece yenileniyoruz.


Bedenimizdeki hücrelerin ömrü bulundukları organa göre değişir. Dilimizdeki tad alma

hücrelerinin ömrü birkaç saatle sınırlıyken, beyaz kan hücreleri on günde bir, kas

hücreleri üç ayda bir yenileniyor. Yerine yenileri oluşan ölü deri hücrelerini eskiden

keselemeyle atarken şimdilerde peeling yapıyoruz. Bu değişim göz önüne alındığında,

araştırmacıların her gün hücrelerimizin yüzde birinin değiştiğini açıklaması kolay

anlaşılır bir bulgu. Her gün yüzde bir! Otuz gün içinde bedenimizdeki hücrelerin yüzde

otuzunun, yüz gün sonra hepsinin yenilendiğini hesap etmek zor değil. Kendimize ve

hücrelerimize bu gözle baktığımızda, her üç ayda bir tamamen yenilendiğimize ilişkin

apaçık bir kavrayışa sahip oluruz.


Bu tazelenme meselesi sadece hücrelerimizle mi sınırlı? Elbette değil. Her sabah

uyandığımızda, bir gün önceki düşüncelerimizin de yüzde üçü değişmiş oluyor.

Yaşam tarzını geliştirmek ve eski alışkanlıkları yenileriyle değiştirmek için üç ay gibi

bir süreye ihtiyaç olduğunun söylenmesi tesadüf olabilir mi? Eski hücreye yeni

yöntemler öğretmek kolay olmayabilir. Öte yandan, yepyeni bir hücreye yeni bir

hayat, yeni alışkanlıklar, yeni düşünce tarzı ve davranışlar öğretmek mümkün. İşte bu

umut verici. Öyle değil mi?


Eskiden biliminsanları beynin farklı olduğunu, beyin hücrelerinin değişmediğini

söylerlerdi. Oysa bugün beyin hücrelerinin de belli bir süreç içinde kuruduğu ve

yerine yenilerinin oluştuğu anlaşıldı. Bedendeki tüm hücreler gibi beyin hücreleri de

solup gidiyor ve yerine yenileri doğuyor.


Hücre yenilenmesindeki hız oranının, sabit bir formüle bağlı olmadığı ve yaşam

tarzımızla olduğu kadar duygularımızla doğrudan ilintili olduğu bilimsel olarak

belirlendi. Barbara Fredrickson ve meslektaşları tarafından yapılan araştırma

sonuçlarına göre hücrelerimizin zaman içinde kuruyup tazelenmesi hareketliliğimizle

ve duygu durumumuzla doğrudan bağlantılı. Gereğinden durgun (pasif) bir yaşam

tarzı ve her zaman olumsuz duygular içinde yaşayanlarda hücre ölümü daha fazla.

Bedenimiz ve beynimiz ne kadar aktif ise hücreler o denli gerektiğince yenileniyor.

Tıpkı bunun gibi olumlu duygular ve düşünce biçimi hücrelerin yenilenmesini sağlıyor.

Temel bilimlerden biyoloji alanında yapılan araştırmalarla, pozitif düşüncenin insanı

biyolojik olarak tazeleyen bir etkisi olduğu ispatlandı. Hemen hemen her üç ayda bir

kamuoyu ile paylaşılan bilimsel buluşlar, olumlu düşüncenin beden ve beyin

yenilenmesini nasıl etkilediğini gün yüzüne çıkarmakta.


İş yaşamı ve aile içi sorumluluklara bağlı stresin neden olduğu adale spazmları, mide

ve baş ağrısı ve diğer sorunların, olumlu duygu durumuna geçiş ve olumlu düşünce

tarzını içselleştirmeyle nasıl yok edildiğini kanıtlayan çok sayıda multidisipliner

araştırmaya ulaşmak artık oldukça kolay.


Günümüzde iş yaşamının kilit isimleri, karar verme mekanizmalarının başında bulunan

kişiler çalışma yaşamına ilişkin hedeflerine doğru ilerlerken bir yandan da (çocukların

ve destek bekleyen yaşlıların sorumluluğunu taşımak gibi) aile içi gündelik sorunlara

çözüm bulmaya çalışmaktan yorgun. Özellikle de kadın yöneticiler. Yoğun çalışma

temposu içinde, yapılacaklar listesinde bireysel gelişime zaman ayırmak ve belki de

bir çocuk sahibi olmak genellikle hep “sırasını bekleyenler” konumunda kalıyor. Kişinin

bireysel “yapılacaklar listesinde” bir şeyler istenildiği gibi gelişmediğinde, az önce

sıraladığım, insanın mutluluğunu ve yaşam kalitesini etkileyen semptomlar (belirtiler)

zamanla yerini kendini suçlamaktan özgüven yitimine kadar birçok olumsuz duyguya

bırakıyor.


Bu duygular bir süre görmezden gelinse de bir süre sonra ağrılar, kramplar,

uykusuzluk, panikler, yerinde sayma, otosabotaj (öz-engelleme), başarısızlık korkusu

ve en önemlisi umutsuzluk baş gösterebiliyor.


Yukarıda yer yer alıntılar yaptığım, Michigan Üniversitesinde yapılmış olan

araştırmaya benzer şekilde bir başka multidisipliner araştırma da Boston Üniversitesi

bünyesinde tamamlandı. Araştırma sonuçları, koşullar ne olursa olsun, olumlu duygu

durumuna geçmeye, düşünce sistemini pozitif algıya çevirmeye yarayan basit bir

yöntemi müjdeliyor. Boston Üniversitesince yürütülmüş olan ve Journal of Alternetive

and Complimentary Medicine dergisinde yayımlanan araştırma sonucuna göre beyindeki en önemli nörolojik iletgen ve gelişimsel sinyal olan gamma-amniyobütrik

asit (GABA) düzeyinin yoga ve meditasyon yapanlarda yüksek olduğu ispatlandı.

Bölgesel haberleşmeden sorumlu olan ve beyinde üretilen GABA adlı bu temel

yapıtaşı amino asit aslen beynin doğal sakinleştiricisi. Uykusuzluk, kalp çarpıntısı,

depresyon ve PMS (kadınlarda adet öncesi sendromu) gibi durumlarda GABA düzeyi

düşüyor.


Peki, GABA düşük olunca ne oluyor? Özetle fiziksel, zihinsel ve duygusal bozukluklar

meydana geliyor. Yukarıda söz ettiğim, sağlıklı bireylerden oluşan iki grupla yapılan

araştırmada birinci gruptakiler haftada üç kez bir saat yoga yaparken ikinci

gruptakiler aynı sürede yürüyüşe çıkmış. Elbette çalışmaya başlarken ve araştırma

boyunca katılımcıların beyin hareketleri MR görüntüleme teknikleriyle ve duygu

durumları da uzmanlarca saptanmış. Yoga ve meditasyonun GABA düzeyini

yükselterek, yoğun stres kaynaklı gerilimin azalmasına, fiziksel ve ruhsal

sakinleşmeye neden oluyor. Ayrıca büyüme hormonu (HGH) salgılanmasını uyararak

kas gelişimini, yağsız doku kütlesinin artmasını ve kilo kaybını olumlu etkiliyor.

İyimser ruh hali, pozitif bakış ve iyi niyet GABA düzeyini yükselten etmenlerden ilk

üçü.


Tüm bu paylaştığım bilgiler ışığında, kendimize yeniden olumlu düşünmeyi öğretmeye

değer mi? Profesyonel koçluk hizmetleri hiç kuşkusuz bu öğrenme sürecini

destekliyor. Ne dersiniz, o bildik şarkının sözlerini hayata geçirmek ve bugünden

başlayarak kendimizi baştan yaratma kararı almak mümkün mü?


96 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page